I’ve recently, ups, this blog is not typed in English, eh? Pardon millet, başlığı İngilizce dergilerindeki spotlar gibi atınca kaptırmışım. 12min stüdyolarından yepyeni oyun: Gamify your life.
Gamify Your Life. Where everybody is a player
“...Neyse, aslında bu yazı kendi düşüncemi kayıt altına almam için yazılmıştı ama size de hitap etsin istedim ve araya güzel hikayeler ekledim.”
Uzun zamandır aklımda olan bir şeyler var, aslında ben yaşadıkça şekilleniyor, gelişiyor. İlk hikayemi anlatırım size, bu yazıları yazarken 10 parmak kullanmamın hikayesini... Sonra gelişmeleri ekler, son durumu veririm. Ondan sonra belki de beraber tanımlarız oyunumuzu...
Bundan seneleeer önce Ultima Online diye bir oyun musallat olmuştu biz ergenlerin başına. Neymiş efendim, karakter yaratacakmışız, o karakterlerle savaşıp, ticaret yapıp, egzersiz yapıp, agility, strenght, dexterity, sensibility, sallamaity gibi değerlerimizi geliştirecekmişiz de filan fırt. İyi de çocuksun, o karakteri geliştirmek senin için ÖSS vs.’den çok daha önemli yani. Ya Diablo’ya saldırma yolunda acun acun gezeceksin, ya Kırmızı Alarmları yaldır yaldır çaldıracaksın ordularınla, askerlerinle; bilemedin İmparatorluklar Çağında veya Kahramanlarınla büyü ve efsun içinde takılacaksın. (Sırasıyla: Diablo, Red Alert, Age of Empires, Heroes of Might & Magic)
Ultima Online ya da kısaca UO benim de ne yazık ki sardığım ve hayatı sorguladığım oyundur. Başlangıçta GTA’dan vazgeçmek konusunda nazlanıp biraz geç kaldığım için arkadaşlarımın arkasından yetişmeye çalışıyordum. Ne zaman karşılaşsak beni “kesebiliyorlardı” çünkü. Canavar kesmeye gidersek de ilk ölen ben oluyordum. E ne yapılacak? Köyde ve çevresinde ticaret ile amelelik. Ağaca tıkla, odun kes, bilmem ne özelliğin gelişsin, sonra kütükleri sat paran artsın filan. İşte o anda olan oldu: Cüssemden dışarı çıktım ve kendimi bilgisayarın karşısında aradaki sinirsel bağlantılardaki snaps gibi görünen el-mouse iletişimini deliler gibi kullanırken gördüm bir anda. Tık, tık, tık, biraz daha tık, tık. Aha dedim, ben bu karakteri köy sahibi yapsam ne olacak ulen? Boyum mu uzayacak? Çünkü çalışıyorum ya, gerçek dünyada çok daha kolay işler varken –yaprak test çözmek gibi- ben oturmuş ağaç kesiyorum, odun kırıyorum. (18 yaş altı ve bağğyan okuyucularımız diğer paragrafa geçsin buradan sonra lütfen, bi ergen yorumu yapmalıyım da. Evet, hadi geç, parantez kapanıyor bak.) Bu ne amk? İşim mi yok?
Dedim ki, oyunsa oyun, en azından yarın baktığım zaman kendimi geliştirdim diyebileceğim şeyler olsun. Sadece “geek” arkadaşlarım arasında hava atmaya yarayan “Oluum benim agility’m (kim bilir nası telafuz ediyorduk o zamanlar. – hoş tam olarak nasıl telafi ediliyor bilmiyorum hala bu zamanlar) 75binmilyon oldu, yakalayamazsın ki kesesin üçbeşyüzbinmilyonmilyar ‘strenght’ ile” (Bayanlar, olayı biliyorsunuz, sıradaki cümleyi atlayın) cümlesini sarfetmekten başka bir işe yaramıyordu bu oyunlar. Muhtemelen strenght kelimesiyle uyumlu bir “stren-ght len” küfürü ile tartışmalar bütün aleviyle devam ediyordur. (Aslında o kadar küfürbaz değildik, valla bak)
İşte bunun üzerine, 10 parmak yazmayı öğreten logo 10 parmak yazılımı geçmişti bir yerden elime. Öğrenir, en azından msn’den kızlarla hızlı yaşırım, hiç birine cevap vermem gecikmez, 5’ini bir arada idare ederim gibi ulvi düşünceler ile hayatta işime yarayacak işlere dönmeye karar verdim. (Aslında o kadar da kız peşinde değildik, valla bak). Bu noktada 10 parmak q mu yoksa f mi öğreneyim iç-tartışmasını paylaşayım sizinle...
10 parmak uygulaması açılınca baktım ki iki seçenek var, F Klavye mi, yoksa Q klavye mi... E bendeki klavye Q, peki F klavye neymiş? İnternet sağolsun, hemen öğrendik: çok daha uygun Türkçe’ye ve tavsiye ediliyor. Harika! Peki piyasada F klavye var mı? Evet varmış, PS2 girişli, USB girişli. O da güzel. Ama devir laptop’a gidiyor, dizüstü denen bi zımbırtı varmış, zenginler kullanıyo filan. Monitörü kasaya kapatıyosun, kasa dediğin de ufak bişiy J heh, işte o noktada F klavyeli dizüstü yok, hepsi Q klavye. Demek ki biz q öğrenelim, geleceğe yatırım olsun, değil mi sevgili okuyucular. DEĞİL! Tabii durumu hiç bilmediğim için zannediyorum ki F klavye stickerları yapıştırılmış klavye ile kullanabilirim yalnızca F klavyeyi. Sanki klavyeye bakarak yazacağım. Q öğrendim şaşkın gibi, harika oldu, şakır şakır yazıyorum, havamı atıyorum, ancak gaza gelip yazarken (keşke karşımda olsanız size mimikle bunu gösterseydim ama) bir anda sağ serçe parmak ve çevre bölgeme kramp giriyor, gerilmiş ve sağa çeken bir serçe, ona dans partneriymiş gibi işlik eden bir yüzük parmağı, suratımda acı bir ifade, ekranda o sırada benden cevap bekleyen biri kasılıp donuveriyoruz öylece... Sevgili okuyucum, bi kafanı eğip bakar mısın klayvene? İ, ş, ğ, ü, ç, ö nokta, virgül hepsi toplanmış serçenin sorumlu olduğu sağ bölgeye. “bitişiği” yazılacak mesela, serçedeki yardırmayı siz düşünün. Tabii ben 10 parmak öğrendikten sonra klavye üzerindeki yapıştırmaların bir anlamı olmadığını öğrendim. Windows gibi işletim sistemlerde sana klavyen ne tipte diye soruyor, ister F ister Q ister AZERTY ister QWERTY hiç farketmez, seçersin F’i yazarsın istediğin gibi... Aklım başıma gelince dönüp F öğreniyorum. Ohhh be dünya varmış diyerek rahat yazı yazmanın keyfini çıkartıyorum. Şimdi hem F hem de Q klavyede rahatlıkla 10 parmak yazıyorum. Hem de bazı cahillere gönderme yapayım: Havaya bakarak yazabiliyorum, biraz zorladım, masanın altına kafamı sokarak bile yazıyorum! Çünkü 10 parmak yazmak demek tuşları ezbere bilmek demek. Hatta sen değil, parmakların bilir her tuş kimin vazifesi...
Dönelim hikayemize, Ultima Online’ı bırakıp ICQ veya MSN’de kızlarla chat yapıyormuşum gibi oldu ama başlığa döneceğim, az kaldı. Döndüm: Gördüm ki kendini geliştirmek yararlı oluyor, kültürüme, bilgime, hayatıma + katacak şeylere yöneldim. Oyun oynamadım değil ama tadında bıraktım, kölesi olmadım. Teknolojiyi takip ettim, yenilikleri kaçırmadım, romanları, filmleri, müzikleri es geçmedim. Şimdi, oyunumuzdaki “resource”ların ne olduğunu çıkartabileceğimi farkettim:
Zaman, sağlık, tecrübe, para, bilgi, sevgi gibi doğuştan elimizde olan şeyler var. Kazanabileceğimiz şeyler, bilgi, kültür, sevgi, aşk, sex, para, eğlence, ürünler, ve aslında elimizde olanları tekrar kazanabiliriz, “zaman” hariç. Zaman kazandırıcı eylemler de olabilir belki ama sonuçta sadece işleri kısaltıyoruz, zaman eklenmiyor hiç bir yere, sadece bardak dolu demek “zaman kazanmak”.
Evet, bu kadar yazıyı aslında olmayan bir oyun için yazdım, okuyup buraya kadar gelince hayal kırıklığına uğramış olabilirsiniz, ancak düşünmeye başlayın siz de. Nasıl sunacağız bu oyunu? Ben internet sitesi diye düşünüyorum. Sayfa gelir, kaynakların, zaman, para, sağlık, tecrübe, zeka diye geçer. Hedefin, kültür, aşk, eğlence gibi gösterilir. Kişiler kendi durumlarını eşleştirirler Gamify Your Life ile. Onlara şu kitabı okumalısın, şu filmi izlemelisin, şöyle bir iyilik yapmalısın gibi “task”ler vererek hayatı zengin kılmak adına şeyler gösterilebilir. Yaşam koçu denilen kavram sanırım böyle bişiy. Oyuncular burada yaptıklarını takip edecekler, kitap okudukça listelerine ekleyecek yorumlayacaklar, gezi fotolarını ve yorumlarını yine yazacaklar. Bu profiller bi de sosyal olursa, çok garip bişiy olur. Bir kaç yazı önceki falsız kalma fala da inanma vidyoma bakarsanız gittiğimiz yere olan yolculuğumuzda bu oyunlaştırma ile yararlı şeyler yapılabilir sanki.
Neyse, aslında bu yazı kendi düşüncemi kayıt altına almam için yazılmıştı ama aradaki hikayeler ile size de hitap etsin istedim. Bu yazıyı okuyarak oyundaki ilk kupanızı (ya da rozet derseniz rozetinizi, magnetinizi, çıkartmanızı, hangisini biriktirmeyi seviyorsanız) aldınız. Gururla taşıyın, artık siz de hayata pozitif bakmadığınız zamanlarda oyunda puan kaybettiğinizi bilecek, hemen kendinize gelip, her zaman iyiye gideceksiniz. ;)