Harika Nesil

  • 0
İş arkadaşlarımdan James Dowd'un şahane bir yazısı var, çevirip paylaşmak istedim:

Farkında bile değilsin ama insanlık tarihinin en şanslı nesillerinden birisin! Hayır, şu an sahip olduklarından dolayı değil, çocukken sahip olmadıklarından dolayı.

Ufakken, ağaçlara tırmanır, elimize geçen şeyleri parçalarına ayırıp inceler, ve bolca yere kapaklanırdık. Oyun alanımız sokaklarca geniş olabilirdi. Tepelerin arkasında, ağaçların arasında, diğer tarafta neler olabileceğini merak eder, hikayeler uydurur, keşfe çıkardık, ihtimallerin içine... Ailelerimiz kapıdan dışarı saldıkları gibi, akşam yemeğinden önce veya bir tarafımız kanamadan öne eve dönmezdik. Müthiş mesafeleri yüzerdik, minicik ellerimizle bir şeyler yaratırdık, keşfettiğimiz şeylere eşsiz manalar yüklerdik.

Televizyonumuz vardı ama yakınından seyredemezdik ve malum, yanımızda taşıyamazdık. Tabii ki tetrisimiz, gameboyumuz veya telefon hattından bağlandığımız modemlerimiz oldu bizi eğlendirmek için ancak bunlar ilave nimetlerdendi, bonustu. Ana etkinlik, her gün katıldığımız ve eğlendiğimiz; kendimizdik, zihnimizde yarattıklarımızdı...




Ama şimdi, günlük inovasyonların, gelişmelerin, çığır açıcı olayların içindeyiz. Tamamiyle dijital bir ortama geçişe şahitlik ediyoruz. Üzücü olan bu ilham bolluğunda, zamanında hayretler içinde kaldığımız şeylere şimdi tepki bile veremiyoruz. Her gün uzayın daha da derinliklerine bakarken, halen heyecanlanmam gerekiyor mu ondan bile emin değilim.

Neredeyse dünyadaki tüm bilgiye ulaşabiliyoruz hatta bileğimizde bile taşıyabiliyoruz ama yokluğunu hatırlamadığımız için kıymetini farkedemiyoruz. Çılgın gençliğimize bakıp hafızamızı yoklayınca gerçek merak hissini hatırlayabiliyoruz. Şanslıyız, çünkü bilmediğimiz bir şey olunca sorduğumuz, araştırdığımız, keşfettiğimiz ya da en kötüsü uydurduğumuz zamanları yaşadık. Günümüzde her merak ettiğimiz, basit bir Google araması kadar yakın.


Internetsiz büyüyen son nesiliz, şu sürekli yanımızda gezdirdiğmiz minik bilgi cihazlarının gücünü gerçekten farkedebiliyoruz. Pek muhtemel araba kullanan son nesil de biz olacağız (Teşekkürler Google (!),  çok sağol!), açık yolları arzu ettiği gibi keşfedebilenler... GPS olmadan yollarda kaybolan son nesil olacağız, eve giden yolu bulduğumuzda macerayı başarıyla tamamlamış kaşifler gibi hisseden. Ve fotoğraf çekip tab ettirmenin hissiyatını son deneyimleyenlerdeniz, fotoğrafçıya gidip fotoğrafları almak için sabızsızlanan. Artık tüm hikayelerimiz sosyal medya tarafından yüklenilmiş durumda, bizim değiller. O tek bir fotoğraf, üzerinde o kadar fazla hissiyat taşıyan tek fotoğraf, şimdi yüzlerce tıpatıp çekilmiş ve kolayca unutulan fotoğraflardan ibaret, dönüp de bakmayı bile unuttuğumuz.

Teknolojiye ulaşmamızdaki kolaylık elbette çok değerli. Mesela Skype görüşmeleri veya Slack konuşmaları sayesinde zaman ve paradan tasarruf ettik fakat neyi gerçekten özlüyorum biliyor musunuz? İş seyahatlerinde havalimanına erkenden gidip, her şeyden bağımsız, gelip geçen insanların hikayelerini düşlemekten, kim bilir ne değişik maceralara atılıyorlardır... Hiç bir zaman bıkmayacağım ama her geçen yıl daha az yaşadığım bir deneyim. Benim geçmişim var ama diğerlerinin olmayabilir. Belki de, deneyimlerin nesli tükeniyor...

Merak sadece oyundan ibaret olmak zorunda değil, harika işlere de taşıyabilir. Oyun sektörünün yaratıcı isimlerinden Aaron LeMay, düşünceleri ve yaratıcılığı körüklemek için "merak"ı kullanıyor ve takımına dışarı çıkıp insanların davranışlarını incelerken "Hmm, acaba bugün neler yaşıyor ki böyle bir davranış sergiliyor?" diye sormalarını öğütlüyor.

Yani bir iş gezisi yeni dünyaların keşfine ve dolayısıyla daha iyi ve güçlü işler çıkartmaya yarayabilir. Gündelik yaşama cihazları kullanarak bağlanmak yerien, anı yaşayarak, "şimdi'de bulunarak", merak duygumuzu öne çıkartabilir ve yeni insanlar ve yeni yerlerle karşılaşabiliriz. Karşılığında yalnızca işinizin değil dünyanın da geliştiğini göreceksiniz. Martin Lindstrom, Small Data (minik veri) isimli çalışmasında, Disney'in eğlence parklarında yarattığı devrimin kaynağının Roma'daki kilise kuyruklarında insanların nasıl beklediğini gözlemlemesiyle olduğunu söylüyor.


Bilgi ve inovasyon git gide günümüzün parçası haline geldikçe ve istediğimiz an ulaşabildiğimizi, keşfedebildiğimizi ve sahip olabildiğimizi bildikçe, daha az keşfe çıkıyoruz, daha az merak ediyoruz. Diyeceğim şu ki, cihazlar olmadan geçirdiğimiz o çocukluğumuzu ve hayal gücünüzü sakın unutmayın. Çocuk halinizin bakış açısının o sınırsız gücünü unutmayın. Kendi hikayelerinizi yazmanın gücünü unutmayın. Merakını ve hayal gücünüzü körükleyin, çevrenizde sürekli değişen dünyayı tekrar keşfedin. Bunca keşfe tanıklık eden son nesiliz, can-ı gönülden merak etmiş son nesil.

Biz harika nesiliz, insan ırkının geçirdiği iki müthiş devirde var olmuş bir nesil. Aklınızda kalmış geçmiş kırıntılarının geleceğe olan hevesinize yansımadan yok olmasına izin vermeyin. Fırsat buldukça fişi çekin, merak edin, keşfedin ve belki de kuşları dinleyin. Her gün, size ve işinize ilham vermesine izin verin.

Not: Fotoğraflar için Niki Boon'a teşekkürler, diğer şahane işlerini görmek için buraya bakabilirsiniz.

Bu yazının gerçek sahibi James Dowd'a teşekkürler. Orijinal halinden okumak ve ilham almak için buraya...

Bu ve bunun gibi daha fazla yazı içinse Digital Surgeon Thoughts'a beklerim. Digital Surgeons kim ki?


Uygulamalar bilgilerimi satıyor mu?

  • 0
Facebook, twitter, whatsapp ve benzeri uygulamalar ücretsiz ama dünyanın en kıymetli şirketleri, değil mi? Peki nereden geliyor bu değirmenin suyu? Evet, reklam, doğru... Ama şöyle bir karşılaştırmayı değerlendirmeniz için ortaya bırakacağım:

ebay'de satış yaptığınız zaman belli bir komisyon veriyorsunuz, hatta bazen ilan vermek için bile para vermeniz gerekiyor. Peki geçen sene satın aldığınız veya sattığınız bir ürünü görebiliyor musunuz? Hayır... Sanırım 6 ay sonra "geçmiş"iniz siliniyor. Ama facebook'ta 8 sene önce paylaştığınız şeyi görebiliyorsunuz, halen orada duruyor, ne kadar yer kaplasa da... Ücretsiz bir servis bunu tutarken, ücret ödediğiniz ve bekleyeceğiniz bir servisi alamıyorsunuz. Sanki sizin yarattığınız içerik Facebook için de önemli olmalı ki tutuyor, ne dersiniz? ;)

The Roof of the Mouth

  • 0
Epey bir zamandır yurt dışında yaşıyorum, ana dil benim de konuştuğumu sandığım İngilizce. Baksan dünya kadar kelime biliyorum, grammer'im yerinde, "altyazısız dizi izliyorum" filan yani. Kazın ayağı öyle değilmiş. Deyimler, espriler, ironiler öyle farklı ki, bazen boş boş bakarak bi açıklama beklediğinizi ifade edebiliyorsunuz ya da soruyu çözüm yolundan puan alırım belki diye beden diline göre tepki veriyorsunuz... Sonra Google'a sorup urbandictionary'den mana bakıyorsun...

Bu kısa girişten sonra, konuya dönelim: Damak deme ihtiyacını o kadar uzun süredir duymamışım ki bi türlü aklıma gelmedi. Dedim şu ağzının tepesindeki alana ne diyonuz bakiim siz diye, "Roof of the mouth" dedi, sanıyorum ki o da düşünüyor, terminolojiyi bulacak. "Damak" diye bişiy yok, roof of the mouth diyor. yahu çatı yerine tavan desen daha doğru değil mi bi kere. Ceiling of the mouth mesela. Daha iyi. Neyse, bilgi de verelim:

"Palate", damak demek. Halk arasında roof of the mouth.

Best regards!

Not: oyleyani.com'a yeterince ilgi gösteremediğim için yeni yazarlara kapımı açıyorum. İlginç deneyimlerden, teknoloji haberlerine, uygulama incelemelerinden gelecek tahminlerine çok çeşitli alanlarda yazı yazmak istiyorsanız benimle iletişime geçebilirsiniz.